26 Nisan 2016 Salı

CUNDA-AYVALIK


Baharda tatil bir başkaymış. Bunu iki günlük Cunda- Ayvalık seyahatim esnasında anladım. Bugüne kadar hep yaz mevsiminde gittiğim o sokaklarda, denize girme vaktimizden çalmayalım derdi olmaksızın dolaştım. Ne yalan söyleyeyim, bir sürü şey kaçırmışım. Gün bambaşka doğup, başka batıyormuş meğer.
6-7 saatlik bir yolculuk sonunda, dördüncü kez ziyaret ettiğim, demin de söylediğim gibi her bir ziyarette denize daha çok girelim diye zamanı hep suda geçirdiğimiz Cunda’dayım yine. Neden bilmem burası benim için çok özel. Ayak bastığım an, ferahlıyorum sanki. Ben de güzel anılar bırakmış olacak ki üç sene önce yakın arkadaşımla birlikte geldiğimde kaldığımız Ezer Butik Otel’de kalmaya karar veriyoruz. Tabii buranın, hemen denizin kenarında olması, çarşıya yakın konumu, alt katında bulunan çok özel deniz ürünleriyle dolu Teo’s Restaurant, bu seçimi yapmamızda etkili oluyor doğrusu. Nitekim pişman etmiyor bizi yine, yeniden, özellikle Pazar sabahı denizden gelen dalga sesleri eşliğinde taze ürünlerle kahvaltı etmek çok güzel. Kahvaltıda az çeşit var; ancak hep söylediğim gibi az olsun öz olsun. Her şeyin taze ve lezzetli olması en önemlisi.
Vardıktan kısa bir süre sonra hemen uzun bir yürüyüş yapıyoruz Cunda içerisinde. Alibey Adası olarak da adı geçen Cunda, Ayvalık’a bağlı bir ada. Doğal güzelliği, tarihi yapıları, kilise ve manastırlarıyla birlikte yürüdüğünüz yollarda nereye bakacağınızı şaşırmanız olası bir durum. Bu yapıların çoğu koruma altına alınmış, zorlu süreçlerden sonra, iyi de olmuş. 

Yürüyüş yorunca neredeyse tüm kış hayalini kurduğum, Taş Kahve’de kısa bir kahve molası veriyoruz. Taş Kahve, mimari yapısı, taş duvarları, kocaman renkli pencereleri ve özellikle iç kısımdaki doğallığıyla birlikte benim saatlerce oturup etrafı seyredebileceğim, huzur bulabildiğim bi’ yer. Sanırım herkes için böyle bi’ yere dönüşmüş ki, tüm Cunda’nın toplandığı, uzaktan gelenlerin de uğramadan geçmediği bir alan haline gelmiş. Bunda kahvelerinin ve leziz kahvaltılarının etkisi de büyük elbet; ama biz sadece kahve içip kendimizi öğlen yemeğine yavaş yavaş hazırlıyoruz.
Uzun yolun etkisi mi bilmem açlık her yanımızı sarınca bana göre Cunda’nın en stil mekanı olan Ayna’ya geçiyoruz. 


Ayna, taş evlerden birine konuşlanmış, oldukça modern, şık ve tarz bir yer. Akdeniz mutfağının etkilerini görebildiğimiz Ayna’da menüden seçebileceğiniz yiyeceklerin yanı sıra, günlük yemekler de bulunuyor. Mesela bizim gittiğimiz gün, favalı enginar ve musakka gibi seçenekler vardı, musakka ve Cunda’ya özel mezelerden oluşan meze tabağını denedik. İnanılmaz lezzetliydi. Sanırım üç gün daha kalsak her öğün buraya gelebilirim diye düşündüm. Sebzelerden, mezelere, çoğu yerde bulamayacağınız ana yemeklerden, enfes tatlılara kadar geniş bir menüye sahip Ayna. O atmosferde, böylesi güzel lezzetler kaçmaz. Benden söylemesi!
Madem karnımız tok, sırtımız pek. Eh öyleyse, Ayvalık’a doğru bir motora binip gitmenin vaktidir diyoruz. Ayvalık, şirin mi şirin bir sahil kasabası gibi. Ara sokaklara girdiğinizde mahalle ruhu, kahve kültürü ve esnafın bağı şaşırtıcı ve izlenesi. Özellikle Macaron bölgesindeki Rum evlerinin içlerinde taşıdığı geçmişi düşünmek çok keyifli. Sokaklarda buraların tarihi dokusunu hissedebiliyorsunuz. Arnavut kaldırımları biraz zorlasa da o sokağa da girelim, bu sokağa da girelim diyerek adeta büyüleniyorsunuz. Geçmiş dedim ya, liseyi burada bitiren babamın, geçmişe dair izler aramasın seyretmek de bana apayrı bir mutluluk verdi diyebilirim. Doğal bişey sanırım, yıllar geçmiş de olsa insan önceki hayatına dair izler yakalayınca çocuk haline geri dönüyor. Bu da çocuk masumluğuyla mutlu olması sonucunu beraberinde getiriyor. 

Saatleri bol bol yürüyerek geçirince yine bir yorgunluk çöküyor ya, o zaman koşun Şeytan Sofrası’na. İsmi garip gelmesin, sönmüş bir volkandan kalan lav birikintileriyle oluşmuş bir tepe burası, sofra biçiminde olduğu için ve bir kafes içinde ayak izine benzeyen bir iz olduğundan (şeytanın ayak izi deniyor) adı bu şekilde. Özellikle turistlerin çokça sevdiği bu tepede gün batımını seyir, bişeyler içip zaman geçirmek ve tabii ki onlarca fotoğraf çekmek, yapabilecekleriniz arasında. Manzara ve buranın konumu bana en güzel tatil rotalarımdan biri olan Belgrad’taki Kalemegdan’ı hatırlatıyor, ayrı bir seviyorum bu yüzden.
Yine mi acıktık? Eh, Cunda’ya dönelim madem. Bir rakı balık yakışır! Cunda  Deniz Restaurant’a gidiyoruz. Hemen sahilde sıralanmış balık-meze restaurantlarından bir tanesi. Oldukça da keyifli bi’ yer. Aklım, tavernada, önceden gitmiş olduğum İtalyan Restaurant’ı Uno’da ve Ayna’nın o enfes lezzetlerinde kalmadı desem yalan; ama olsun. Cunda mutfağının harika mezeleri ve balıklar için güzel bi’ yerde olduğumuzu hissediyorum. Aklımda kabak çiçeği dolması var pek tabii; ancak henüz Cunda Deniz Restaurant’ta bulunmuyor. Biz de onun yerinde zeytinyağlı sarmaya sarıyoruz. Bir yandan midye dolmalar, bir yandan Cunda mezeleri ve en sevdiğim börülce! Sonunda da sevdiğim balıklardan tekirle birlikte manzaraya dönüp, gecenin keyfini çıkarmak en güzeli.
Burada saatlerce oturmak mümkün; ancak farklı bişeyler yapayım derseniz, Cunda’ın en fotojenik mekanı olduğunu düşündüğüm, onlarca çeşit şaraba ev sahipliği yapan, Vino Şarap Evi’ne uğrayabilirsiniz bizim gibi. 


Güzel müzikler, lezzetli çeşitlerden oluşan bir peynir tabağı ve şaraplar eşliğinde zaman akıp geçer. Bir haftasonunuzu Cunda-Ayvalık’a ayırın! Çok seveceksinizJ